"LAZ VE KÜRT HALKLARI BİRBİRLERİNİN İSLAM KARDEŞLERİDİR"

Kafkas halklarının kardeşliği üzerine yayın yapan kolkhoba.org sitesinin kurucularından Xopuri Lazi, nubiharder.org sitesinin kurucusu ve yöneticisi Paşa Amedî ile bir söyleşi yaptı.

Sayın Amedî bize kendinizi tanıtır mısınız? Kürt dili, kültürü ve tarihi adına yaptığınız çalışmalardan bahseder misiniz?

Ben Diyarbakır Çermik ilçesine bağlı Qerto köyündenim. Iğdır’da iken 28 Şubat sürecinde kapatılan Zehra Eğitim ve Kültür Vakfı Iğdır Şube başkanlığını yaptım, şu anda Batman ilinde Nûbihar Eğitim ve Kültür Derneği’nin gönüldaşı ve üyelerindenim, aynı zamanda da nubiharder.org sitesinin kurucu ve yöneticisiyim. Daha önce Kürtçe ve Türkçe yayın yapan gazetekurd.com sitesinin editörlüğünü de yaptım. Ayrıca çeşitli sitelerde yazılarım yayınladı. 2009’dan bu yana Kürt Dili olarak Kürtçe deneme, makale, çeviri yazıları sitelerde ve en önemlisi de 18 yıldır Kürtçe olarak yayınlanan kültürel, edebi ve sanat dergisi Nûbihar’da bazen yazılar yazıyorum. Şu anda halka ait olan Kürtçe masallar üzerinde çalışıyorum ve yayınlamayı düşünüyorum.

Türkiye Cumhuriyeti’nden Kurmanç ve Zaza dili, kültürü adına beklentileriniz nelerdir?

Türkiye Cumhuriyeti’nden beklentim; Kürt dilinin önündeki tüm engelleri kaldırsın ve Kürtlere eğitim ve öğretim hakkını versin yeter, ayrıca Kürtleri Zaza ve Kurmanc diye ayırmasın ve ayrılık tohumları ekmesin.

Zulmü sadece uzaklarda değil, yanıbaşımızda da arayıp sorgulama, kim olursa olsun mazlumdan yana, kim olursa olsun zalime karşı düşüncesiyle Kafkas diasporasının ve Türkiye Kafkas halklarının Kürt sorununa genelde bakışlarını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Kafkas diasporasının “Kim olursa olsun mazlumdan yana olmak, kim olursa olsun zalime karşı olmak” kendisine gaye edinmiş olması çok güzel ve anlamlı buluyorum ve böyle bir düşüncede olmasına çok sevindim. Zaten İslam dininin adalet anlayışı “Ne zalim ol ne de mazlum ol” düsturudur. Bildiğim kadar Türkiye’de Kafkas diasporası çok yeni, Türkiye Kafkas halkları Türkçülük ve asimilasyon etkisinde olmuş olacak ki Kürtler pek gündemlerinde yer almadı, ancak son zamanlarda empati kurarak Kürtlere az da olsa sahiplemeye başlamışlar. Kürt ve Kafkas halkları birbiriyle komşu ve aynı kültüre sahip Kafkas kartalı Şeyh Şamil bizim de imamımızdır.

Kürt sorunu hakkında belki de en çok söz söylemesi gereken Müslümanlar idi ama pasif kalmayı tercih ettiler veya buna mecbur edildiler. Filistin'den Irak'a, Afganistan'dan Moro'ya yüz binlerce mazlumun 'ah'ına da ortak olmak gibi evrensel bir dini kaygının yanı sıra, içlerine çöreklenmiş 40 yıllık sağcılık belasıyla da uğraşmak zorundalar. Bir elin parmaklarını geçmeyecek sayıda Müslüman aydın da bu konuda her söz etmeye kalktığında ya bir taraftan "Kürtçülük"le suçlandı ya da diğer taraftan "dini katmayın bu işe" şeklindeki seküler tepkileri çekti üzerine. Bu konular hakkındaki görüşleriniz nelerdir?

Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasıyla birlikte devlet Türk ırkını üstün görerek Türkiye’deki tüm ırkları özelikle Kürtleri inkâr ettiler, tüm etniklerin tarih ve kültürünü yok ettiler, hatta o ırk ve milletlere ait yerleşik kültür mirasına sahip çıktılar, sanki Türk kültürü imiş gibi sahiplenip Türkçülük kültürünü oluşturdular. Irkçılığın insanlığın düşünce sayfasında yeri yoktur, hele hele Müslümanın düşünce ve teori dünyasında hiç olmamalı, ama ne yazık ki Kemalizm Türkiye’de ırkçılığı fiiliyata sokarken, normal Müslüman halk tabanı Kemalizme çok çabuk teslim oldu, şuurlu Müslümanlar yani cemaatlerin büyük çoğunluğu ise (Zehra/Nûbihar grubu vb. bir kaçı hariç) tüm tarikatçı ve Nurcu gruplar sanki Türk Ocakları imiş gibi Kürtleri, Laz ve Çerkezleri dahil tüm ırkları asimile ettiler. Örneğin ev ve yurtlarında telefonda annesiyle Kürtçe konuşanları PKK’ci veya Kürtçü ilan ederek kovdular. Devletin politikası gereği İslami cemaatler sağcılığı kutsadı ve sağcılık sanki İslam’daymış gibi üyelerine ve halka kabul ettirdiler. Halbuki sağcılığın İslam dininde hiç yeri yoktur ve bidattır.

Türkiye’deki İslamcılar(!) Kürtleri insani ve dinin sağlanmış olduğu haklardan bile mahrum ettiler. Kürt öğrenciler “ben Kürdüm, dilimi istiyorum, veya Kürt sorunu İslami veya demokratik bakışla nasıl çözülür ağabeylerine sorduklarında dahi “biz Müslümanız, ‘müminler kardeştir’ Müslümanlıkta ırkçılık yoktur” deyip susturmasını çok iyi bilmişler, daha doğrusu Üstad Bediuzaman Saidi Kurdi (Nursi) Risaleyê Nûr tefsirinde “Şeriat (İslam) aleme gelmiş ta ki zulmü def etsin.” dediği halde Nurcuların çoğu bunu görmek istemediler. Yani Türkiye’deki İslamcılar! Yüce Allah’ın İslam dinini kendi menfaatleri veya devletleri için çok iyi kullanmışlar. Halbuki Allahu Teala’nın “müminler kardeştir” vb. ayetlerini çok okudukları ve dile getirdikleri halde ama hiç bir gün kardeşliğin gereğini yerine getirmediler, kardeş kardeşe kardeş olmalı yoksa kardeşlerini ezerek, haklarını sömürerek kardeşlik olmaz. İslamcı geçinen Türk yazarlar da mesele Kürt sorunu olunca CHP/veya ulusalcı solcular gibi bakmayı hiç ihmal etmemiştir. Kürt haklarını savunan Kürt Müslüman yazar ve aydınlarını veya grupları da Kürtçü veya PKK’ci ilan ettiler. İslami cemaatler Çeçenistan, Afganistan, Moro, Bosna-Hersek vb. halklara baktığı ve yardım ettiği gibi asla Kürtlere bakmamışlardır. Hatta Kürtlerin onlarca katledildiği günlerde “Filistin’e destek protestosu” yapmayı hiç ihmal etmemişlerdir. Filistinli elbette mazlum ve masum ona diyeceğimiz bir şey yok, Filistinli savunmalı ve Filistin’e yardım edilmeli ama yanı başınızda ezilen ve Müslüman olan Kürtleri yok sayarak değil. Hatta en son Gazze’deki İsrail ablukasını kaldırmak ve dikkatleri Filistin’e çekmek için İHH’nın Mavi Marmara gemisiyle Filistin’e destek için yürüttüğü kampanyayı, Kürtler için bir otobüs kaldırmamasının sebebi ne acaba?

Bu sorun sadece Türk Müslümanları için değil, Arap, Fars Müslümanları için de geçerlidir. Allahu Teala sosyal, ekonomi vb. her türlü sorunlara çözümü Kuran’da belirttiği halde Müslümanlar Kürt sorununu İslam’ın sorunu olarak görmediler. Suç İslam’ın değil Kuranı kendi görüşüne göre yorumlayan Müslümanlarındır. Yine çok yakında Lübnan Hizbullah’ı ve meşhur İslam alimi Yusuf El Kardevi Mısırdaki halkın isyan hareketlerini desteklerken Suriye’deki halkın hareketini atıfta bulunarak “Suriye halkının devletine karşı çıkması ve isyan etmesi meşru değil” diyebiliyorlar. İslam’ı bu hale getirdiler. Halbuki Müslümanlar Allah’ın dinini uygulamakla mükelleftiler. Devletlerin veya kendi çıkarlarını değil. Allah ıslah etsin diyelim.

Türkiye’deki mevcut Türkçü, ulusalcı, Türkçü-ulusalcı asimilasyon politikalarıyla dilsel, kültürel, toplumsal uzlaşma ve aydınlanma gerçekleştirilebilir mi? Mealen nereye kadar asimilasyon? Bu konular hakkındaki görüşleriniz nelerdir?

Sayın Başbakan Erdoğan “Asimilasyon politikası bitti” diyor ancak asimilasyon büyük hızla ve halen devam ediyor, en önemlisi her etnik anayasada resmi olarak tanımadıkça, halklara kendi dilinden eğitim dilini vermedikçe, dilleri için iş alanı sağlamadıkça asimilasyon devam eder. Doğrusu devletteki bir kesim hariç Türkçü veya ulusalcılar Türkiye’deki halkıyla/halklarıyla uzlaşma arıyorlar, istiyorlar ki Türkiye ulusal arenada haksız olmasın, iç kargaşa olmasın diye uzlaşma arıyorlar. Diğer yandan devletin yıkılmaması ve Türkiye devletinin bekası için içinde yaşayan halklara bazı kültürel haklarını vermek istiyor, daha doğrusu devlet kendi halklarına kültürel hakları vermek zorunda kalmış, onları sevdiği yada insanı hakları olduğu için değil. Şu anda devletin politikası bu.

Asimile politikasıyla karşı karşıya kalan halklar uzlaşma aramıyorlar, zorla ellerinden alınan haklarını arıyorlar. Tabi ki bunun için bir uzlaşma olurlarsa uzlaşmaya hazırdırlar. Eğer sayın Erdoğan Avrupa’da Türkler için doğru ve yerinde kullandığı “asimilasyon insanlık suçu” sözü, aynı şekilde devletin halkına uyguladığı asimilasyonu da suç saymalı, eğer devlet Kürtlere sadece bazı hakları vermeyi düşünüyorsa çok yanlış, devlet anayasa güvencesiyle Türkiye’deki tüm etnik ırkları tanımalı ve tüm kültürel hakları vermeli ve bunlara anayasa güvencesi vermeli, yoksa bazı kültürel hakları vererek asimilasyona karşı çıkıyorum demekle olmaz. Kısaca ben bir Müslüman Kürt olarak çok açıkça diyorum ki Türkiye’deki İslamcılar! ümmet ümmet diyor ama ümmet bilincinden yoksunlar. Kürt sorunu çözümüne hep laik bakışla baktılar ve katkılarını sundular.

Kurmançca ve Zazaca hakkında bizi bilgilendirir misiniz?

Unutmamalıdır ki her milletin yazılı geçmişi çok kısadır. Kürtler, tarihi olarak M.Ö. 6000 geçmişe sahip bir millettir. Yüzyıllarca değişik imparatorluk veya krallıklar altında çoğu zaman da bağımsız veya beylikler halinde yaşamışlar, Osmanlı döneminde Yavuz Sultan Selim döneminde özerk olarak yaşamışlar. Kürt dili de Kürt milletinin dilidir. Kürtler büyük bir kavim olması hasebiyle elbette değişik lehçeleri var ve olabilir. Kurmanci ve Zazaca da Kürt dilinin birer lehçeleridir, nasıl ki Türk lehçeleri Azerice, Türkmence, Uygurca, Kırgızca, Kazak lehçeleri var ise Kürt dilinin de Kurmanca, Zazaca, Sorani, Goranî vb. lehçeleri var, Kürt halkın büyük bir kesimi de Kurmanci konuşuyor. Ayrıca bazı kesimler dil haklarını vermekten ziyade Kürtler birbirinin dilerinden nasıl anlayacakları, farklı dil veya anlaşılmaz bir dil görerek propaganda yapıyorlar, soruyorum peki bir Türkiye Türkleri dilleri korunduğu halde Kazak lehçesinde konuşan birisini ne kadar anlayabiliyor yahut çok iyi mi anlaşıyorlar? Yada Azericeyi çok iyi mi anlıyorlar? Hatta Kürtler, Türklerden ziyade birbirinin lehçelerinden iyi ve gayet rahat anlayabiliyorlar, çünkü Kürtler iç içe yaşıyor, sadece dört sınır ülkesi onları ayırmış, sorun olan kulak ve ağız alışkanlığı, iki Kürt lehçesini konuşan yarım saatten sonra birbirini gayet iyi anlıyorlar, yeter ki Kürtleri rahat bıraksınlar. “Kürtler birbirinin dilinden anlamıyorlar” politikası yersiz. Ayrıca devlet veya devlet büyükleri Türkiye’deki etnik yapıları sıralarken Zazayı başlı başına bir ırk ve Zazacayı Kürtçeden farklı bir dil olarak lanse ediyor, bu politikayı da tutturamazlar.

Kurmançca ve Zazacanın yazılı geçmişi hakkında bizi bilgilendirir misiniz?

Mezopotamya yada Kürt bölgeleri coğrafik, yer altı ve yerüstü kaynaklarıyla önemli bir yere sahip olması ve merkezi konumda olması, bütün imparator, krallık vb. devletlerin geçiş ve savaş alanı olmuştur yüzyıllarca. Kürtler de Mezopotamya’nın en eski yerleşik halklarından biri olması nedeniyle bu savaşlara maruz kalmıştır. Her milletin biri sözlü veya yazılı edebiyatı vardır, her milletin olduğu gibi Kürtlerin yazılı geçmişi az da olsa sözlü edebiyatı güçlüdür, bunu şimdiye kadar günümüze kadar gelen efsane, stran (türkü) ve dengbêjlerden (ozanlık) çıkarabiliriz. Kürtlerde alim veya bilim adamlarının çoğu eserlerini Arapça veya Farsça vermiş ve Kürtçe olarak çok az eser vermiş görünüyor. Kürtler eski kavim olması nedeniyle belki çok yazılı eserler vermişler ama eserleri meşhur olmadıklarından eserleri ya çoğaltmamış yada şahsi kütüphanelerinde yıpranmıştır. Çok eskiden Kürt ilerinde bulunan kütüphanelerde Kürt eserleri ya gasp edilmiş yada yakılmıştır. Özelikle cumhuriyetin kuruluşuyla birlikte harf inkılabı ve Kürtçenin yasaklanması ile birlikte çok Kürt alimi eserlerini ya yakmışlar yada gasp ederek saklamışlar. Ayrıca devlet Kürt illerindeki birçok kütüphanelerindeki eski eserlere el koyarak çuvallarla Türk illerine taşımışlardır, bu gibi nedenlerle günümüze çok az eser gelmiş görünüyor.

Kürt yazılı tarihine gelince; tarihte Hemadani Baba Tahir (935-1010), Kürt edebiyatının ilk yazılı örneğini, 1000 yıl önce İran’da Arap alfabesiyle Kürtçe yazmıştır. Kürtçenin eski ve güçlü edebi ürünlere sahip bir lehçesi Kurmanci lehçesidir. Şiirler yazan Kürt şairleri arasında ilk akla gelenler Elîyê Herîrî (1425-1495), Feqîyê Teyran (1590-1660), Melayê Cizîrî (1570-1640) ve Ehmedê Xanî (1650-1707)'dir. Ehmedê Xanî nin Mem û Zîn adlı ünlü eseri ilk kez 1730'da çevrilip yayınlanmıştır. Zazaca lehçesi ise Kürt tarafından yazılan ilk Zazaca Mela Ehmedê Xasî‘nin yazdığı “Mewlidê Nebî” isimli manzum eserdir.

Her dilin kendi gramer yapısı ve özellikleri mevcut. Kafkas dilleri genelde fazla harf barındıran, az sesli, çok sessiz, ergatif ve datif halli, yönelimsi, hareketli, bolca öntakılı ve fiilimsi diller. Mahreçli halleriyle birçok dilden farklı konumdalar. Kısacası zor diller. Bu dilleri zenginleştirerek gelecek nesillere ulaştırma konusunda anadilde öğretim mi yoksa anadilde eğitim mi müspet etki yapar?

Hangi dil olursa olsun fark etmez eğer bir dil varsa, zor da olsa korunmalı ve yaşatmalıdır, bazı dillerin zor olması dilleri ortadan kaldıralım olmaz. Herhalde Kürtçe veya Kafkas halklarının dilleri Japonya dilinden daha zor değil, bugün Japonlar bilimde çok illeri gitmişlerdir. Anadilde öğretim ve eğitime gelmeden önce şunu demek istiyorum: nüfusu çok olan milletlerin dili kolay kolay asimile edilmeyebilir ancak nüfusu az olanların dili çok rahat asimile edilebilir ve yok olabiliyor, örneğin bu gün Lazlar Türkiye’de nüfusları az olduğundan çok çabuk asimile olmuşlar, zannedersem Lazca 50 yaş üstü ve daha ziyade kadınlar tarafından bilfiil konuşuluyor. Lazlar kendilerini çok çabuk asimilasyonun kucağına itmiş ve teslim olmuşlar. Kürtler ise nüfusunun kalabalık olması, dağlık alanlarda yaşayanlar olması, Türkçe okulların Kürt köylerinde geç açılması ve en önemlisi de eski Kürt medreselerinde eğitim dilinin Kürtçe olması Kürtlerin dili çabuk asimile olmamıştır. Ayrıca Kürtler asimile olmamak için çok direnmişlerdir ve en önemlisi de bedel ödemişlerdir.

Ana dilde öğretim ve eğitim meselesine gelince eğitim ve öğretim birlikte olmalı, okulda sadece seçmeli dil dersi bırakıp isteyen öğrensin isteyen öğrenmesinler olmaz yada özel bir dernek veya kuruluşlarca kurs verip “herkes kendi ana dilinde özel dil kursları verebilir veya özel kurslar serbesttir” deyip öğretim yapılıyor, evde ve sokakta anadilini rahat konuşuyor olmakla ana dili korunmaz. Bir dilin yaşayabilmesi ve bilimde ilerlemesi için anadilinde eğitim olması şarttır. Ayrıca anadili yanında o dilin gelişmesi için de iş alanları açmalı ve işe girişlerinde anadili bilme şartı getirilmesi lazım. Kısaca anadilde eğitim ve öğretimin birlikte yapılması lazım, şüphesiz anadilde eğitimin önemi büyüktür ve hiç kimse inkâr edemez.

Kamusal alanda konuşulurluğu fazla olmayan bir dilin, tanınmış yasal statüsü ve haklarına rağmen gelecek nesillere aktarılmasının zorlaşacağı fikrine katılıyor musunuz? Bir dilin yaşayan en önemli kanıtı konuşuluyor olması mıdır? Bu konuda dilsel anlamda ulus bilincinin payı nedir? Bir halkı oluşturan en önemli faktörün dil olduğu görüşüne katılıyor musunuz? Bu konular hakkındaki görüşleriniz nelerdir?

Anadilde eğitim ve öğretim olmadan bir dilin sadece kamusal alanda konuşuluyor olması bir dil yok olmaz anlamı taşımaz, sadece asimile ve yok olmayı geciktirir ve gelecek nesillere aktarmada zorluklar çekilir. Ayrıca konuşulmayan bir dili yasal haklar verilerek sadece serbest bırakmakla olmaz o dilinin yasal olarak da korunması lazım. Yoksa “al sana hakkını verdim, konuş” demekle de olmaz. O an o dili bilenler için sorun teşkil etmezse bile gelecek nesille aktarmada büyük sorun olacağı ve zorlanacağını kanaatindeyim. Dil en büyük iletişim aracıdır çünkü tanışma, birbirini anlama, kendini ifade etme vb. tüm iletişimler dil sayesinde olur. Bir halkı ve milleti millet yapan en büyük belirgin unsur dildir. Ulusun tanımında dil, din ve vatan unsurları vardır, bunlardan birinin eksik olması ulusun tanımı yetersiz olur. Bir dilin yaşıyor ve konuşuluyor olması tek başına yetmez, dil ulus bilincini oluşturmada büyük etkendir. Ulus bilinci bir kamçıdır. Ulus bilinci halkı gayrete getirir, dili ve kültürü koruma refleksi oluşturur. Halkı oluşturan bir etken de dildir, bir halk var ise o halka ait dili de vardır. Dil ile halk birbirini tamamlar ve dil halkı var eden en büyük etkendir, dili olmayan düşünülemez.

Fakir dil yoktur, gelişmemiş dil vardır, gelişmesine müsaade edilmemiş, yasal statüsü tanınmamış dil vardır tezine katılıyor musunuz? Mesela Lazcası olmayan veya unutulmuş hiçbir kelimenin Türkçe orijinal karşılığı yok. Bu kelimelerin bir kısmı Megrelcede mevcut. Bu konular hakkındaki görüşleriniz nelerdir? Etnisite çalışmaları anadille desteklendiğinde daha anlamlı olacağına ve nihai hedefin anadille ulus bilinci olması gerektiği tezine katılıyor musunuz?

Yeryüzünde izi kalmamış diller var, kendi dilini konuşmayan halklar vardır, yada az konuşulan diller vardır ama fakir dil yok gelişmemiş diller vardır. Bir dil konuşularak, yazılarak ve geliştirilerek zenginleşir. Bir dilin eğitim ve bilimle ilerlemesiyle daha da gelişir. Lazca ve Megrelce birbirine çok yakın diller, Lazcada bir kelime yoksa Megrelce de bulunabilir, bunun sebebi Lazca dili ya geliştirilmediğinden yada unutulduğundan bazı kelimeler olmayabilir. Lazcada şu kelime yok ise o zaman Lazca bir dil değil Megrelce bir dildir anlamı taşımaz. Etnisite çalışmaları o ırka ait sosyoloji, tarih, antropoloji, kültürel ve benzeri tüm çalışmalar o millete ait tüm aidiyetlerini ortaya çıkarır, bir etniğe ait elde edilen her bir çalışma o ırkın aidiyet duygusunu geliştiriyor. Bir etnisiteyi onun ana dil çalışmaları ile de desteklendiği takdirde elbette daha anlamlı olur. Çünkü dili /ana dili o etnisitenin zaten bir parçasıdır ve ondan ayrı olarak da düşünülemez. Dil ulus bilincinde önemli bir faktör olarak yer alıyor, bir ulusun var olabilmesi için ulusun dili olması şarttır. Dilin gelişmesi oranında ulus bilinci de o oranda artmaktadır. Örneğin Fransalılar birbirleriyle hep Fransızca konuşurlar ve mümkün olduğu kadar yabancılarla da kendi dilini konuşurlar bu onların ulus bilincinin ne kadar geliştiğinin bir göstergesidir.

www.kolkhoba.org hakkındaki görüşleriniz nelerdir? Özellikle anadilde yayın ve anadillerimizi zenginleştirerek gelecek nesillere aktarmak, Kafkas ve Kürt halklarının kardeşliğine yönelik yayın politikası hakkındaki görüşleriniz nelerdir?

Kolkhoba.org sitesi Kafkas kültürü ve dillerine sahip çıktığı ve bu çalışmalar için Kafkas halklarına öncülük ettiği için çalışmalarını çok güzel buluyorum. Bence çok geç kalınmış bir çalışma. Kafkas kültürü Kürt dili gibi olmazsa bile Türkiye’de yok olmakla karşı karşıyadır. Bir kültürün yok olmaması için ilk başta o halkın kendi kültürüne sahip çıkması lazım, sonra da geliştirme imkânlarının sağlanması da devletin görevidir. Kafkas ve Kürt halkların kültürleri birbirine çok yakındır. Hem komşu olmaları hem de dinlerinin aynı olması büyük bir kazançtır. Kafkas halkları ve Kürtlerin birbirlerine karşı hiçbir sorunları yoktur ve olmamalı da.

Son olarak neler söylemek istersiniz?

İster yanı başımızda olsun ister uzakta eğer bir millet mazlumsa ve eziliyorsa herkes kendi gücü oranda yanında olmalı, en azından duasıyla o halkın yanında yer almalı, hele hele yanı başında ise “bana ne, nasıl olursa benden değil…” anlayışı bizim kültürde hiç yer almamalı çünkü “mazlumun dini sorulmaz”

İlginiz için teşekkür ederim.

Ben de teşekkür ederim.