ANASAYFA

ÇANAKKALE RUHU ÖLMEMELİ!

“Çanakkale” denilince “Çanakkale savaşları” hatırlanır. “Çanakkale savaşları” denilince de kahramanlık destanları akla gelir. Düşmanın geldiği ve yenilip gittiği bilinir. Her 18 Mart’ta törenler düzenlenir. Büyük şehirlerden otobüs seferleriyle öğrenciler götürülür Çanakkale şehitliklerine. Karışık duygularla şehitlikler gezilir sonra da dönülür ve bir başka 18 Mart’a kadar her şey unutulur. “Çanakkale” bundan ibaret midir? Hayır!

19. yüzyıldan başlamak üzere Çanakkale savaşlarına kadar Osmanlı devletinin içinde bulunduğu dönemde; ülkenin tarım, ticaret, sanayi, kültürel, dilsel, dinsel, demografi, askerî, siyasî yapısı, sınırları ve uluslararası ittifaklara ilişkin somut bilgilere sahip olmadan “Çanakkale”nin önemini anlamak mümkün değildir. Bütün bunları bilmeden “Çanakkale”yi bugün olduğu gibi anlarız. Çanakkale savaşlarında Osmanlı ordusundan ne kadar Müslüman askerin şehit olduğunu, ne kadar Hıristiyan ve Musevi askerin öldüğünü kesin olarak bilmiyoruz. Bu konuda verilen rakam ve bilgiler birbirleriyle çelişkilidir.

Çanakkale savaşları, Birinci Dünya Savaşında, Osmanlı devletinin Çanakkale boğazını ele geçirmeye ve İstanbul'u işgal etmeye yönelik İngiliz-Fransız ortak harekâtına karşı yürüttüğü savunma savaşlarıdır. Çanakkale savaşları, iki ayrı mekânda gerçekleşmiştir: Çanakkale boğazındaki deniz savaşları ve Gelibolu yarımadasındaki kara savaşları. Alman emperyalistlerinin yardakçısı İttihatçılar, 2 Ağustos 1914 tarihinde Almanya ile gizli bir ittifak anlaşması imzalayarak ülkenin kaderini Almanya emperyalizmine teslim ettiler. Bu gizli antlaşma ile Osmanlı ülkesi, hükümeti, ordusu ve var olan bütün gücüyle Alman kontrolüne girdi. Osmanlı hükümetini İttihatçılar vasıtasıyla kontrol altına alan Alman emperyalistlerinin ajanları, 10 Ağustos 1914’te İttihatçı hainlerin desteğiyle Goeben ve Breslau olayını tezgâhlayarak Osmanlı ülkesini ateşin içine resmen soktular. 26 Eylül 1914'de Alman askerlerinin yönetimindeki bir Osmanlı torpidosu Çanakkale Boğazı'ndan çıkmak istedi. Boğazın ağzını tutmuş olan İngilizler izin vermedi. Bunun üzerine Alman Weber Paşa Boğazları tamamen kapatarak, mayın döşedi ve deniz fenerlerini de söndürttü. Bu durum, Osmanlı devletinin tanıdığı kanunlara aykırıydı ve savaş sebebiydi.

13 Aralık 1914'de İngiliz denizaltısı Çanakkale boğazına girerek Mesudiye zırhlısını batırdı. Ruslar, Osmanlıların Kafkasya’daki varlığından rahatsızdı. Osmanlıların bu varlığını zayıflatmak için Rusya, 2 Ocak 1915'de, müttefiki İngiltere’den donanmasını Çanakkale boğazında küçük bir gözdağı için kullanmasını istedi. Ancak Churchill ve Kitchener, Şubat 1915'de İngiliz donanmasının Çanakkale boğazına boy göstermek için değil, boğazı geçip İstanbul'u ele geçirmesi için karar verdi. Fransız ve Rusların da desteğiyle 19 Şubat 1915'de ilk hareket başladı. Amiral Carden komutasındaki 12 gemi boğazı topa tuttu. 25 Şubat’ta Osmanlı askeri kuzeye çekildi. İngilizler, Kumkale ve Helles burnuna çıkarak topları imha etti. Osmanlı askeri kısa sürede toparlandı ve İngilizleri bu iki yerden kovaladı. Çanakkale savaşları sonucunda; İngiliz ve Fransız emperyalistleri ve onların uşakları mağlup edilmiş ve Çanakkale boğazından geçit verilmeyerek İstanbul’un işgali önlenmiştir. Rusların müttefikleri ile irtibatı kesilerek 1917 Ekim devrim süreci hızlanmış, İngiltere ve Fransa'nın sömürgelerindeki prestijlerine darbe vurulmuş, esir milletlere bir ümit ve istiklal ışığı olunmuştur.

Atalarımızın, bağımsızlığımızın ve özgürlüğümüzün simgesi, şehitlerimizin ve gazilerimizin emaneti olan güzel yurdumuzu aynı ruh ve anlayışla korumak temel sorumluluğumuzdur. İman, vatan sevgisi, dayanışma, birlik ve beraberlik duyguları, zamanın en güçlü ve donanımlı ordularına karşı koymada en önemli faktörler olmuştur. Bugün de aynı ruh ve inanca, aynı birlik, beraberlik ve dayanışmaya ihtiyacımız vardır. Çanakkale’de şahlanan ruh, Anadolululuk mayasını oluşturan ruhtur. Bu ruh, dinin, vatanın, namusun, bayrağın, kısaca bizi biz yapan değerlerin en zor şartlarda bile feda edilemeyeceğini açık bir şekilde ortaya koymuştur. Bu ruhu yaşattığımız müddetçe ulaşamayacağımız hiçbir hedef, başaramayacağımız hiçbir iş, üstesinden gelemeyeceğimiz hiçbir sorun, çözemeyeceğimiz hiçbir problem kalmayacaktır.

Fakat Çanakkale, laik ve üniter sloganların atıldığı, yapay birlik ve beraberlik çağrılarının yapıldığı boş bir meydan değildir. Çanakkale’de ortak amaç uğruna savaşan, dilleri ve dinleri farklı insanların birlikteliğinden ibret alınmalıdır. Yeni bir devletin oluşumuna katkıda bulunan Anadolu halklarının dillerine, kültürlerine, kimliklerine sahip çıkılmalıdır. Halkların doğal ve samimi talepleri yerine getirilmelidir. Aksi halde bir daha asla “Çanakkale ruhu” oluşturulamayacaktır.



                                                                                                                                                              LAZURİ