ANASAYFA

SOSYALİST SABAHATTİN ALİ

Sabahattin Ali, 25 Şubat 1907'de Edirne vilayetinin Gümülcine sancağının Eğridere (Ardino) kazasında doğdu. Babası piyade yüzbaşısı Cihangirli Selahattin Ali Bey'dir. Bu sebeple Sabahattin Ali, ilköğrenimini İstanbul, Çanakkale ve Edremit'in çeşitli okullarında okudu. Edremit'e göç ettikleri zaman, bu yöre İngilizlerin yönlendirdiği Yunan ordusunun işgalindeydi. Böyle olunca, babası emekli maaşını alamıyordu; bütün aile çok zor günler geçirdi. İlkokuldan sonra, parasız yatılı olarak Balıkesir Öğretmen Okuluna girdi. Burada okumaya başladı. Sabahattin Ali, Balıkesir Öğretmen Okulunda beş yıl okudu. Daha sonra İstanbul Öğretmen Okulundan mezun oldu (1926). Bir yıl kadar Yozgat'taki bir ilkokulda öğretmenlik yaptı. Millî Eğitim Bakanlığı'nın açtığı sınava katıldı. Bu sınavı kazandı, Almanya'ya gönderildi. 1928’den 1930’a kadar Almanya’da okudu. Türkiye’ye döndü. Aydın ve Konya’da Almanca öğretmenliği yaptı. İlk hikâyesi olan “Bir Orman Hikayesi” 30 Eylül 1930’da “Resimli Ay” adlı dergide yayınlandı.

Kısa boylu, sarışın, sevimli bir gençti. Çok zeki bir adamdı. Namuslu bir aydındı. 1931’de, Konya’da bir dost sohbeti anında yönetimi eleştirdiği ve şiir okuduğu için bölücü propaganda yapıyor diye ihbar edildi. CHP’nin tek parti diktatörlüğünün mahkemeleri tarafından bir yıl hapse mahkûm edildi. Konya ve Sinop cezaevlerinde yattı. 1933’te Cumhuriyetin onuncu yıldönümü sebebi ile çıkan genel af kanunu ile serbest bırakıldı. 15 Ocak 1934 tarihli Varlık dergisinde “Benim Aşkım” adlı şiiri yayınlandı. Bunun üzerine Bakanlığın Neşriyat Müdürlüğü'nde görev verildi. Ankara 2. Ortaokulunda öğretmenlik yaptı. 16 Mayıs 1935’te Aliye Hanım ile evlendi. 1936'da askere alındı. 1937’ün Eylül ayında kızı Filiz doğdu. Askerlik hizmetini yedek subay olarak Eskişehir'de tamamladı. 10 Aralık’ta Musiki Muallim Mektebinde Türkçe öğretmeni olarak çalışmaya başladı. 1937’de “Kuyucaklı Yusuf”, 1940’ta “İçimizdeki Şeytan” ve 1943’te “Kürk Mantolu Madonna” adlı romanları yazdı. CHP’nin tek parti yönetimi, Milli Şef İnönü sayesinde Türkiye Hitler Almanya’sına göz kırpıyordu. Sabahattin Ali 1940’da yeniden askere alındı. Askerlik hizmetinden sonra, 1941’den 1945’e kadar Ankara Devlet Konservatuarında Almanca öğretmenliği yaptı.

Hitler yanlısı bir çizgideki CHP’nin tek parti iktidarı herkesi izliyor, fişliyordu. Bu iklimde Sabahattin Ali’nin yazdığı "İçimizdeki Şeytan" adlı roman tepki gördü. Nihal Atsız, Sabahattin Ali hakkında hakaret dolu bir makale yazdı. Sabahattin Ali bu hakaret dolu makale için dava açtı. Davanın mahkemede görüşülmesi sırasında, sıkıntılar çekti. 1944’de bu davayı kazandı. Ancak aydın olmanın bedelini ağır ödedi. Korkulu günler yaşadı. Bakanlık tarafından işinden atıldı. Bu terör ve baskı sebebiyle Ankara’dan ayrıldı. 1945’te İstanbul'a gitti. Hem duruşunu göstermek hem de ekmek parası kazanmak için gazetecilik yapmaya başladı. “İstanbul Kanatlarımın Altında” adlı yayında gazetecilik yapmaya karar verdi. “La Turquie” ve “Yeni Dünya” adlı gazetelerde yazdığı muhalif makaleler iktidar ve Milli Şef İnönü’yü korkuttu. Milli Şef iktidarının gizli servis eliyle kışkırttığı olaylar sonunda onun da yazdığı gazeteler tahrip edildi. İşsiz kaldı. 1946- 1947’de Aziz Nesin ve Rıfat Ilgaz adlı yazarlarla birlikte “Marko Paşa”, “Malum Paşa”, “Merhum Paşa”, “Öküz Paşa” gibi siyasi mizah dergileri çıkardı. CHP’nin tek parti iktidarının muhalifi hareketin gelişmesinde bu mizah dergileri etkili oldu. Bu dergi ve gazeteler CHP’nin baskılarını gördü. Bu dergilerin adlarındaki “Paşa” lâfı ile "Milli Şef" İsmet Paşa ile alay edildiği iddiası ile bu yayınlar kapatıldı. Sabahattin Ali, dergilerde yayınlanan makaleleri sebebi ile yine hapis yattı. CHP’den gördüğü baskılardan iyice bunaldı. “Ali Baba” dergisinde yayımladığı "Ne Zor Şeymiş" başlıklı makale ile içinde yaşadığı hayatı anlattı. Sabahattin Ali şunları yazıyordu: "Çalmadan, çırpmadan bize ekmeğimizi verenleri aç, bizi giydirenleri donsuz bırakmadan yaşamak istemek bu kadar güç, bu kadar mihnetli, hatta bu kadar tehlikeli mi olmalı idi".

CHP’nin tek parti yönetimi bitmişti ama CHP yine iktidardaydı. Bir başka makalesi sebebi ile 1948 yılında Paşakapısı cezaevinde üç ay yattı. Cezaevinden çıktıktan sonra, yine zor günler gördü. İşsiz kaldı. Hiçbir gazete ve dergi onu çalıştırmadı. Çünkü CHP’nin sabık milli şefi hâlâ gücü elinde tutuyordu. 1948'de “Zincirli Hürriyet” adlı dergide çıkan bir yazısından dolayı hakkında soruşturma açılıdı. CHP’nin gizli servisi, gittiği her yerde onu izliyordu. Dost bildikleri içinde de jurnalciler vardı. Borç-harç nakliyeciliğe başladı. İlk önce kamyonla İstanbul’dan Konya’ya nakliyat işiyle uğraştı. Sürekli izliyorlardı onu. Tek çare yurt dışına çıkmaktı.

Kalemini satmayan namuslu bir aydının yurt dışında olması, yurt içinde olmasından daha tehlikeliydi CHP için. Bu sebeple kendisine pasaport verilmedi. Pasaport ile yurt dışına çıkamayınca, Ali Ertekin adlı bir kişiye para vererek yurtdışına çıkmaya çalıştı. 16 Haziran 1948’de, Bulgaristan sınırından 35 kilometre içeride, Çukurpınar (Sazara) köyü civarında çakallar tarafından parçalanmış kimliği belirsiz bir ceset bulundu. Bunun üzerine kendisine kılavuzluk yapan Ali Ertekin tarafından 1 Nisan 1948’de öldürüldüğü duyuruldu. Cesedin, Sabahattin Ali’ye ait olduğu yapılan otopsiden anlaşılamadı. Ona ait olduğu söylenen elbiselerden, cesedin Sabahattin Ali’ye ait olduğu duyuruldu. Ancak ailesinin cesedi teşhisine izin verilmedi. Sonradan, onu öldürdüğü iddia edilen Ali Ertekin’in CHP üyesi ve gizli servise çalışan muhbir biri olduğu da iddia edildi. Ali Ertekin, cinayetten dört yıl hüküm giydi. Fakat Demokrat Parti’nin çıkardığı genel af ile 21 ay sonra serbest bırakıldı. Ali Ertekin karanlık bir tip. Yugoslavya göçmeni. Türk uyruğuna geçtikten sonra Gönüllü Erbaş Okulunu bitirmiş. Süvari Gönüllü Çavuşu iken silah çalmış. Askeri mahkeme tarafından dört ay 20 gün hapis cezası verilmiş. Askerlikle ilişiği kesilmiş. Ertesi yıl Bulgaristan’a kaçmış. Kısa süre sonra Türkiye’ye dönerken sınırda yakalanmış. Komünizm propagandası yapmaktan hapis yatmış. Sabahattin Ali’yi, hapishane arkadaşı berber Hasan Tural vasıtasıyla tanımış. Sabahattin Ali’nin bir başka hapishaneden tanıdığı Berber Hasan, Bulgaristan göçmenidir. Komünizm propagandası suçundan o da hapis yatmış. Bazı kimseler, onun polis ajanı olduğunu söylemiş. Ali Ertekin, bir süre sonra şüpheli biçimde ortadan kayboldu, mezarı bulunamadı. Dönemin İstanbul Emniyeti Birinci Şube Müdürü Parmaksız Hamdi, yıllar sonra şöyle der: Cinayeti işleyen polis değil, gizli servis işlemiş. İnfaz emrini ise, bir gazeteci, yazar vermiş. Bu kişi aynı zamanda CHP'de üst düzeylerde bir kişiymiş. Bu emri veren politikacı da daha sonra feci şekilde öldürülmüş. Bir başka anlatım da şöyle: Milli Şef’in kontrolündeki gizli servis, Ali Ertekin’i kullanarak Sabahattin Ali’yi kandırmış. Ali Ertekin’in rolü bitmiş. Sabahattin Ali, poliste sorguya alınmış. Sorguda ağır işkence sebebiyle vefat etmiş. Sonra da cesedi bulunduğu yere yakın bir yerde gömülmüş. Çakallar, cesedi ortaya çıkarınca da, cinayete sebep olanlar, Ali Ertekin’li bilinen senaryoyu duyurmuşlardır.

Sabahattin Ali, sosyalist bir aydındı. (TKP) Türkiye Komünist Partili değildi. 1946’da Esat Adil Esat Müstecaplıoğlu ve arkadaşları tarafından kurulan (TSP) Türkiye Sosyalist Partisi ve Doktor Şefik Hüsnü Deymer ve arkadaşları tarafından kurulan (TEKSP) Türkiye Emekçi Köylü Sosyalist Partisinin de üyesi değildi. Ancak yazdıklarıyla, CHP’nin tek parti diktatörlüğünü, Milli Şef İnönü’yü ve onları temsil ettikleri ağa ve beyleri oldukça rahatsız etmişti. Kent hayatı içinde, küçük burjuva yazar-çizer ve artistler ile olan ilişkilerinde dikkatli davranmayan Sabahattin Ali hata yapıyordu. Balolar ve davetlerde kurulan dostluklar, sosyete içinde de kolları olan CHP’nin gizli servisi, Sabahattin Ali’yi adım adım izliyordu. Her adımından çok önceden ayrıntılarıyla haberdar oluyorlardı. Sabahattin Ali’nin 29 Mart’ta yurtdışına kaçacağını bilen tek dostu ise Rasih Nuri İleri imiş. Sabahattin Ali’nin mezarının nerede olduğu bilinmiyor. Sabahattin Ali, uzun yıllar çalışmış olmasına rağmen, üç ayı eksik olduğu sebebiyle ailesine emekli maaşı bağlanmadı. Sabahattin Ali’nin ölümünden sonra, kendisine ambargo uygulandı. Yaklaşık 20 yıl hiçbir yayınevi kitaplarını basmadı. Buradaki suç sadece sistemin değildir. Korkak ve fırsatçı aydınların payı büyüktür. Sabahattin Ali, 1965’te yeniden keşfedildi.

Sabahattin Ali’nin eserleri şöyledir: Şiirleri: Dağlar ve Rüzgâr (1934), Değirmen Dağlar ve Rüzgâr (1965), Dağlar ve Rüzgâr, Kurbağaların Serenadı, Öteki Şiirler-Tüm Şiirleri (1988); Romanları: Kuyucakli Yusuf (1837- 1988), İçimizdeki Şeytan (1940- 1982), Kürk Mantolu Madonna (1943- 1988); Hikâyeleri: Değirmen (1935), Kağnı (1936- 1983), Ses (1927- 1972), Yeni Dünya (1943- 1982), Sırça Köşk (1980); Piyesi: Esirler (1936); Çevirileri: Max Memmerich’den Tarihte Garip Vakalar (1941), Sofokles’den Antigone (1942), Lessing’den Minna Von Barnhelm (1943), H. Von Kleist - A.V. Chamisso - E.T.A. Hoffmann’dan Üç Romantik Hikâye (1944), İgnazio Silone’den Fontamara (1944), Fr. Hebbel’den Gyges ve Yüzüğü, (1944), Erol Güney ile birlikte Puşkin’den Yüzbaşının Kızı (1944); Bestelenen şiirleri: Hapishane Şarkısı (Kerem Güney ve Edip Akbayram tarafından), Leylim Ley (Zülfü Livaneli tarafından), Hapishane Şarkısı, Göklerde Kartal Gibiydim, Nazlı Yarim (Ahmet Kaya tarafından), Hapishane Şarkısı (Ahmet Kaya tarafından) Çocuklar Gibi (Sezen Aksu tarafından), Kız Kaçıran (Ahmet Kaya tarafından), Kara Yazı (Ahmet Kaya tarafından), Melankoli (Ali Kocatepe ve Nükhet Duru tarafından), Eskisi Gibi (Ali Kocatepe ve Nükhet Duru tarafından), Dağlar (Sezen Aksu tarafından) .



                                                                                                                                                              LAZURİ