|
|
|
KOLKHİDA'NIN YENİDEN DOĞUŞU
Bir ulu çınar daha yıkılmak üzere. Mitolojinin esin kaynağı Kafkasya ve Kafkasya’nın güzide köşesi Kolkhida yaşadığımız günlerde tarihinin belki de en acı deneyimlerinden birini yaşıyor. Efsaneler diyarı Kolkhida, 20. yüzyılın son çeyreğinde iki öz evlâdını da kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya. Kolkhida Ananın oğulları Abhazlar ve Megreller (Lazlar) tarihin karanlık dehlizlerinde kaybolmamak için savaşıyorlar. Her iki halkın da binlerce yıllık tarihlerinin yanında, kökleri insanlık tarihi kadar derinlere dayanan özgün kültürleri egemen güçler tarafından ezilip yok edilmeye çalışılıyor.
Kolkhida ülkesinin güzel insanlarını incelemeden önce “Altın Post”un stratejik önemini ortaya koymak gerektiğine inanıyorum: Kolkhida ülkesi kendi doğal güzelliğinin, yeraltı, yerüstü zenginliklerinin ötesinde, bulunduğu coğrafi konum nedeniyle de tarihin her döneminde emperyalistlerin ve işgalcilerin iştahını kabartmıştır. Orta Asya’dan gelip Kafkas Dağları’nın altından ve üstünden geçen ipek yolları bu ülkede Karadeniz’e ulaşmaktaydı. Süreç içinde Romalıların, Bizanslıların, Perslilerin, Arapların, Moğolların, Osmanlıların, son olarak da Rusların istilasına uğramış, her istila onarılması uzun yıllar süren yaralar açmıştır. Son emperyalist istila Rus istilasıdır. Rus istilası 1917 Ekim Devrimiyle niteliğini yitirmiş ya da şekil değiştirmiştir.
18. yüzyılın ikinci yarısında Kuzey Kafkasya’ya saldırılarını yoğunlaştıran Ruslar, aynı dönemlerde Güney Kafkasya’ya saldıran İranlılar ve Osmanlılarla da yoğun bir mücadele içindeydiler. Ortodoks Hıristiyan olan Gürcistan, İran ve Osmanlılara karşı yine kendisi gibi Ortodoks olan Rusya’nın himayesini istedi ve 1801 yılında Rusya’ya ilhak oldu. Bu Ruslar için bulunmaz bir fırsattı. Güney Kafkasya’da hiç savaşmadan çok önemli bir mevzi elde edilmişti. Şiddetle direnen Kuzey Kafkasya’nın Çerkes halklarının direncini daha kolay kırabilirlerdi artık. İki ateş arasında kalan Kafkasya halkları birer birer Rus egemenliğine girmeye başladı. 1804 yılında İmerya, 1808 yılında Megrelya Ruslar tarafından işgal edildi.
Abhazya ise 1810 yılında Ruslara teslim oldu. Prens Sefer Çaçba (Mikhail Şervaşidze) Ruslarla anlaşıp halkını kırılmaktan korumaya çalıştı. Ancak Sefer Bey Çaçba’ya rağmen Kuzeybatı Abhazyalılar Ruslarla mücadeleyi sürdürdüler. Çerkeslerle birlikte direnişlerini 1864’e kadar vardırdılar. Ruslar 19. yüzyılın ilk yarısında kıskaç altına aldıkları Kuzey Kafkasya’yı kolay ele geçirebilmek için denetim altında tuttular. Gürcü ve Megrellerden birlikler oluşturdular. Böylece Kafkasyalıların savaşçı ruhunu yine Kafkasya’yı ele geçirmek için kullanmış oluyorlardı. Kuzey Kafkasyalıların son direniş noktası olan Ahçıpsı bölgesi de 1864 baharında düşünce Ruslar Kafkasya’da kesin hâkimiyet kurmuş oldular.
Kuzeybatı Kafkasya halklarının (Adigeler ve Abhazların batı kolu olan Cigetler) Osmanlı topraklarına sürülmesinin ardından 1877- 78 Osmanlı-Rus savaşında Türkiye’den gelen 1.500 civarında Kuzey Kafkasyalı gönüllünün de yardımıyla Abhazlar ayaklandılar. Ruslar beklemedikleri bu şiddetli direniş karşısında çaresiz kalınca bir anda Abhazya’nın büyük bir bölümü Abhazların eline geçti. Ancak Osmanlılar vaat ettikleri askeri desteği vermeyince Ruslar denetimi tekrar ele geçirdi ve 50.000 civarında Abhaz daha ülkesini terk etmek zorunda kaldı. Üst üste yaşanan iki sürgün trajedisinden sonra Abhazya toprakları büyük oranda boşaltılmıştı. İşte bu noktada Gürcüler devreye girdiler.
Bomboş ve alabildiğine zengin Abhazya toprakları Gürcü bürokrat ve aydınlarının iştahını kabartmıştı. Bu aşamada uzun vadeli bazı ince hesapların içine girdiler. Karadeniz kıyıları bilindiği gibi antik çağlardan beri bölge insanlarının dünya ile bağlantılarını sağlıyor, bölge ekonomisine önemli katkıları bulunuyordu. Diğer halklar gibi Gürcülerin de Karadeniz’e ihtiyaçları vardı ve buraya Megrelya (Lazistan) üzerinden bağlanıyorlardı. O gün için Megrelya, Gürcistan için sorun oluşturmuyordu ama bunun böyle sürebileceğini kimse de garanti edemezdi. Gürcü milliyetçileri, daha çok köylü karakteri taşıyan ve toprağa bağımlı olan Megrellerin uzun vadede bazı ulusal istemlerle karşılarına çıkabileceklerini hesaplıyorlardı. Bu nedenle Megrelya’da, Megrel nüfus yoğunluğunu inceltmeliydiler. Abhazya’nın boş toprakları onları yeni ince hesaplara sevk etti. Megrelleri Abhazya’ya yerleştirerek ve Gürcü kimliklerini daha da pekiştirerek Abhazya’daki Abhaz nüfus yüzdesini iyice düşürecekler, aynı zamanda Megrelya’dan nakledilenler sayesinde de Karadeniz kıyılarındaki Megrel nüfusunu seyreltmiş olacaklardı.
Gürcü aydınlar bu konularda tezler üretmeye başladılar. Abhazya’ya en iyi uyum sağlayabilecek halkın Megreller olduğunu söylüyorlar ve Megrelleri Abhazya’ya yerleşmeye çağırıyorlardı. Gürcü milliyetçilerinin bu politikalarına “kraldan fazla kralcı” olan bazı Megrel aydınlarının âlet olduklarını da söylemeden geçmek olmaz. Gürcü milliyetçiliğini Megrellerin, Svanların da içinde bulunduğu “Kartvel milliyetçiliği” olarak algılayan sayısız Megrel ve Svan aydını ve ileri geleni de Gürcü milliyetçiliğinin yılmaz savunucusu olmuşlardır. Lavrenti Beria “kraldan fazla kralcı”lardan biridir. Beria, Trans Kafkasya Federasyonu Komünist Partisi Genel Sekreterliğine geldiği tarihten başlamak üzere Kafkasya ve özellikle Gürcistan azınlıkları üzerine yoğun baskı uygulamış, Çeçen, Karaçay ve Meskhetileri Orta Asya ve Sibirya’ya sürdürmüş, Abhazların ileri gelenlerini de katlettirmiştir. Yukarıda sözünü ettiğimiz Gürcü yayılmacılığının bir başka örneğini Karaçay bölgesi üzerinde görüyoruz. Yine Gürcülerden farklı bir halk olan Svanlar kendi bölgelerinden alınarak daha önce Sibirya’ya sürülmüş olan Karaçaylıların topraklarına yerleştirildiler. Bu sayede Megrel bölgesinde Megrel nüfusunun seyreltilmesi örneğinde olduğu gibi, Svanya’da da Svan nüfusu seyreltilirken Svanlar kullanılarak Karaçay toprakları Gürcüleştirilmeye çalışıldı. Ancak Karaçayların affedilip ülkerine döndürülmesi üzerine bu politika yürümedi. Svanlar, Svanya’ya geri gelince Gürcü yayılmacılığı bu bölgede darbe yemiş oldu.
Gürcü aydınlarının ve entelektüellerinin bu denli aşırı milliyetçi olmalarının özünde, Fransız İhtilâlinin doğal sonucu olan ulusçuluk akımlarından çok fazla etkilenmeleri yatmaktadır. Gürcü aydınları Fransız İhtilâlinden çok kolay etkilenmişlerdir. Çünkü yüzyıllardır Gürcü feodal ailelerinin çocukları Avrupa’da, özellikle de Fransa’da eğitim görmekteydiler. Gürcü milliyetçiliği halktan habersiz, halka rağmen günümüze dek tüm şiddetiyle sürdü. Komünizm bile Gürcü milliyetçilerinin “megalo idea”sına engel olamadı. Örneğin, S. Çanaşia ve Berdzenişvili, Stalin döneminde, Stalin’den aldıkları manevi destekle Türkiye’nin Karadeniz kıyılarını tarihi Gürcü toprağı olarak ilân ediyorlar ve bu toprakları Gürcistan adına istiyorlardı. İlginç olan, toprakların Lazlara ait olduğu, Lazlar da zaten Gürcü (!) olduğuna göre sözü geçen toprakların Gürcistan’a ait olması gerektiği gibi ilginç bir yaklaşımda bulunuyorlardı.
Gürcü asimilasyon politikaları Svan ve Megrel halkına gizli gizli, Abhaz ve Oset halkına ise açık seçik uygulanarak 1985 yılına gelindi. 1985 yılı eski SSCB topraklarında etnik grupların ulusal kimliklerini tescil ettirme çabalarını iyice arttırdıkları bir yıl olarak dikkati çeker. Bu yıl yapılan nüfus sayımı sırasında Megrel halkından bazı vatandaşların 50 yıl sonra tekrar nüfus kayıtlarına Megrel olarak yazıldıklarını görüyoruz. Gelişmeler, Güney Osetya ve Abhazya’da politikalarını oluşturmaya çalışan Gürcü milliyetçilerini rahatsız etmiş, Megrel ulusal kimliğinin diriltilmesi çalışmalarını, arkadan vurulmuş bir hançer olarak nitelendirmelerine neden olmuştur. Başlangıçta oldukça cılız olan Megrel hareketi, Gürcistan devlet başkanlığına seçilen Megrel kökenli Gamsakhurdia’nın Gürcü milliyetçisi olması nedeniyle boğuldu ya da perde arkasında kaldı. Ardından patlayan Abhaz-Gürcü savaşı, Megrel hareketini tamamen sildi. Fakat bir yıldan fazla süren bu savaşta Gürcistan adına önde savaştırılan Megrellerden binlerce genç ölünce Megrel halkında hoşnutsuzluk baş göstermeye başladı. Savaşın son aşamasında Megrelya’da Megrellerden oluşan ve Gürcü ordusunu tedirgin eden güçlü milis grupları ortaya çıktı. Hatta bu milis grupları yer yer Gürcü ordusuna saldırıp tank da dâhil olmak üzere birçok silah ele geçirdiler. Megrel milis hareketinin öncülüğünü Lot Kobalia yapıyordu. Lot Kobalia, Abhaz-Gürcü savaşı tüm şiddeti ile sürerken toparlanmayı ve silahlanmayı sürdürdü. Hatta Kobalia’nın birkaç kez Gudauta’ya giderek Abhazya’nın Cumhurbaşkanı Vladislav Ardzınba ile görüştüğü söylentisi tüm Gürcistan’da yankılandı. Ve Abhazlar, Megrellerin savaşta pasif kalmalarının da yardımıyla başkentlerini kurtarıp Oçamçire’ye doğru ilerlemeye başladılar. Bunun üzerine Kobalia, Ardzınba’yı arayıp Gal şehri ve civarında yaşayan Megrellere dokunulmadığı takdirde Megrellerin Gürcülerin yanında savaşmayacağı sözünü verdi. Ardından da Kobalia’ya istediği güvenceyi verince Abhaz ordusu iki gün içinde Abhazya topraklarını Gürcü işgal ordusundan temizledi.
Gürcü işgal ordusu Abhazya’dan çıkartılınca Megrelya’da tutunmaya çalıştı. Ancak Lot Kobalia’nın bu işgalcileri Megrelya’da barındırmaya niyeti yoktu. Megrel köy, kasaba ve şehirleri birer birer Megrel milislerinin eline geçmeye başladı. “Beyaz tilki” Şevardnadze, Abhazya’dan sonra Megrelya’yı da kaybedeceğini anlamıştı. Megrelya’nın elinden çıkması demek Gürcistan’ın dünyaya açılan nefes borusunun kesilmesi demekti. Abhaz-Gürcü savaşı boyunca Rusları şiddetle suçlayan Şevardnadze’nin birdenbire fikir değiştirip Rus dostu olması ve BDT’ye girme kararı alması, Gürcü yönetiminin Megrellerden ne denli ürktüğünün güzel bir kanıtıdır. Nitekim Rusya’nın kollarına atılan Şevardnadze’nin Megrel milislerine karşı zaferler kazanmaya başlaması dikkat çekicidir. Rus silahlı kuvvetlerinin desteği ile Megrel hareketi kısa sürede bastırılmıştır. Ancak bu yenilgiden kârlı çıkanlar Megrelledir. Çünkü Megreller, Gürcülerle aralarındaki farkı nihayet fark etmişlerdir.
Gelecek günler Gürcistan’da ve Megrelya’da nelere gebedir bilinmez. Ancak bir gerçek vardır; Megreller kabuk değiştirmektedir. Kolkhida ülkesinin iki kardeş halkı Megreller ve Abhazlar yeniden dirilişe ve yeniden “Altın Post”a hazırlanmaktadır.
Kaynakça:
1. Arkeolog Mikhail Trapş’ın çalışmaları, M. Gunba, Sohum, 1976
2. Abhazya’da yaşam ve kültür, Yura G. Argun, Sohum, 1976
3. Ortaçağda Abhazlar, Lazlar, Gerg Amıcba, Sohum, 1974
4. Prof. Ançebadze’nin muhtelif makaleleri
5. Prof. N. Marr’ın muhtelif makaleleri
6. “Türkiye’den haklı istemlerimiz” Pravda gazetesi, S. Canaşia- N. Berdzenişvili
7. Çerkesler, Hayri Ersoy, İstanbul, 1993
Yahbab Yakalozi - Abhaz Tarih Araştırmacısı, Ogni Kültür Dergisi, Sayı 2, Ocak 1994
|
| | |
|