"MEGRELLER ARTIK KENDİLERİ OLMALARI GEREKTİĞİNİ ANLAMALIDIR"

Kafkas halklarının kardeşliği üzerine yayın yapan kolkhoba.org sitesinin kurucularından Xopuri Lazi, Kafkasevi Sosyal ve Stratejik Araştırmalar Merkezi genel sekreteri Erol Karayel (Kuşba) ile bir söyleşi yaptı.

Sayın Karayel bize kendinizi tanıtır mısınız?

1960 Eskişehir doğumluyum, Abaza'yım. Altı senelik devlet memurluğunun ardından, basın sektörüne geçtim. Gazete, haber ajansı ve değişik sektörel dergilerde çeşitli düzeylerde görev yaptım. Kafkasya eksenli yapılanmaların içinde, kuruluş ve yönetim süreçlerinde yer aldım. Kafkas Vakfı Bülten ve Kafkasya Araştırma & Analiz dergilerinin yazı işleri müdürlüğü ve genel yayın yönetmeliği görevlerinde bulundum. Kafkasya'yla ilgili makale ve tebliğlerim değişik kitap ve dergilerde yayınlandı. 2003 yılından bu yana da basın emeklisiyim. Halen bir yayınevinde genel yayın yönetmeni ve Kafkasevi Sosyal ve Stratejik Araştırmalar Merkezi’nde de genel sekreter olarak aktif vazife görüyorum.

Kafkasyalılık bilinci, tarihi, kültürü adına yaptığınız çalışmalardan bahseder misiniz?

Birinin kendisinden bahsetmesi bizim kültürümüze uyan bir şey değil. Ancak röportajın maksadına ulaşması için birkaç şey söylememiz gerektiği de bir gerçek. Okurlarınız bu zorunluluğumuzu takdir ederler inşaallah. Ortaokul yıllarımdan bu yana kültürümüze özel bir ilgi duydum. Kültürümüzle ilgili yazılı materyallerle haşır neşir olmak bana hep mutluluk verdi. O yıllardan bu yana kesintisiz bir şekilde iyi bir okuyucu olmaya çalıştım. Delikanlılığa girmediğim zamanlarda bile tüm harçlığımı içinde 3-5 satır da olsa bizim kültürümüzden bahseden kitaplara yatırmaktan zevk aldım. Bu hevesin bir sonucu olarak birkaç kez ayıklama yaptıktan sonra bile bugün 4000 cildi aşkın materyalden oluşan, çoğu Kafkasyayla ilgili veya ilişkili ciddi sayılabilecek bir kütüphaneye sahip oldum. Ayrıca dergi, küpür, vs. cabası. Gerek tarihi, gerek aktüel, gerek kültürel boyutlarıyla Kafkasya'yı ve Kafkasyalıları tanıma çalışmalarımı hala sürdürüyorum. Bu süreçte kendi kültürümüzle ilgili bazı kitap ve dergilerin yayınlanmasına birinci derecede emek verdim. Kendi ismimle, takma isimlerle veya isimsiz pek çok makale, haber, röportaj hazırladım ve yayınladım. Bu arada liseye başladığım günlerden itibaren bir ayağım hep Kafkas kurumlarında oldu. Üye oldum, görevler üstlendim. Kafkas Vakfı'nın ve Kafkasevi'nin kurucuları arasında yer aldım. Halen Kafkasevi web sitesinin editörlüğünü yapıyorum. Aynı zamanda Kafkasevi markasıyla yayınlayacağımız Adige Ansiklopedisi ile farklı 5 kitabın yayın hazırlıklarını da koordine ediyorum.

Türkiye Cumhuriyeti'nden Abhaz dili ve kültürü adına beklentileriniz nelerdir?

Öncelikle T.C. devletinin farklı dil ve kültürlerden artık korkmamasını istiyorum. Mevcut yönetimin bu yönde bir irade ortaya koymasını da takdirle karşılıyorum. Tabii bu yetmez, bunun fonksiyonel bir takım sonuçlar doğurması lazım. Abaza dili ve kültürüne dair beklentilerimizi açıklamadan önce bir kaç tespit yapmamız gerekir: Birincisi, Abazaca dünyanın yok olma tehlikesiyle karşı karşıya olan dillerindendir. İkincisi, böyle az nüfuslu halkların dil ve kültürleri neseben ancak yaşatılabilir. Üçüncüsü, Türkiye'deki Abazaların nüfusu Abhazya'dakilerin dört katıdır. Yani dünya üzerinde Abaza dil ve kültürünün cevherini taşıyan, bunu sonraki nesillere aktarmakla yükümlü insanların büyük bir bölümü Türkiye'de yaşıyor ve onlar bu ülkenin vatandaşları. Daha detaya girmeye gerek yok; biz, bu kültürel aktarım hangi imkanlarla yapılabilecekse o imkanların tamamının aktive edilmesini istiyoruz. Bu saatten sonra “tüm yasakları kaldırdık, istediğinizi yapın” denilmesi de bizi tatmin etmez. Dilimizin ve kültürümüzün yaşatılması için pozitif ayırımcılık yapılmasını, devlet imkanlarının harekete geçirilmesini talep ediyor ve bekliyoruz. Bunu sadece kendimiz için değil, az nüfuslu diğer dil ve kültürler için de istiyoruz.

Türkiye kamuoyu gündemindeki “demokratik açılım” konusundaki görüşleriniz nelerdir?

Açılımı onaylıyor, samimiyetle destekliyoruz. Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran kadroların ideolojisi Türkçülüktür. Mustafa Kemal'in fikir babası Ziya Gökalp'tir biliyorsunuz, bunu bizzat kendisi ifade ediyor. Uygulamaları da hep bu doğrultuda olmuştur zaten. Türkiye Cumhuriyeti'nin sosyal dokusu Ziya Gökalp'in içtihatlarından ilham alınarak şekillendirilmeye çalışılmıştır. Temel politikaları, imparatorluk bakiyesi halkları bir potada eritip, Türklük kalıbında şekillendirmekti. Neticede, soysuz bir toplum ortaya çıkarmaya çalışıyorlardı ve oldukça mesafe de kat ettiler. Ama insan tabiatına aykırı bir yol olduğu için sonuna kadar da götüremediler. 2000'li yıllarda, iletişimin bu kadar geliştiği bir çağda ilkel yaklaşımlarını uygulama ve dayatma imkânları kalmadı. Bu topluma giydirmeye çalıştıkları elbisenin bütün dikişleri patladı. Haklarını teslim etmek lâzım, oyunu birinci derecede bozan güç Kürtler olmuştur. Yani zor oyunu bozmuştur. Açılımın mecburiyet olduğu görülmüştür. Toplumsal barış sağlanmadan Türkiye'nin yol alamayacağı görülmüştür. Bence devletin başına gelen son ekip cumhuriyet döneminin en ferasetli kadrosudur. Hastalığa doğru teşhisi koydular ve düğmeye cesaretle basarak açılım sürecini başlattılar. Ancak devletin beynine ur gibi yerleşmiş masonlardan oluşan yüksek bürokrasi, belli bir mezhebin mensuplarının kontrolündeki statükocu yargı ve darbeci tayfa bu süreci bloke etmek için elinden geleni yapıyor. Onlar inkârcı, asimilasyoncu politikaların devam etmesini istiyor. Bu gruplara karşı olan herkes bu süreci destekleyip, hükümeti daha ileri adımlar atma konusunda cesaretlendirmelidir. Hükümet arkasında bu toplumsal gücü göremezse bu haramzadelerle başa çıkamaz. Bu konuda özellikle sivil toplum örgütlerine büyük görevler düştüğü kanaatindeyim.

Kafkasevi’nin misyonu hakkında bizi bilgilendirir misiniz?

Biz misyonumuzu, vizyonumuzu şöyle deklare etmiştik: “Kafkas Evi, anayurtta ve anayurdu dışında yaşayan Kafkas nesilleri ile onların tarihin derinliklerinden süzülüp gelmiş kültürel değerlerinin korunması, geliştirilmesi ve gelecekte de var olmasını misyon edinmiştir. Kafkas Evi bu misyonun kolektif hafızamıza hâkim olması için çalışır. Karadeniz ve Hazar arasında yaşayan Kafkas halklarının, geleceklerini belirlemede yegâne inisiyatif sahibinin kendileri olduğu, sürdürülebilir, güvenli bir yapılanmaya kavuşması da Kafkas Evi’nin vizyonunu oluşturur. Kafkas Evi hedeflerine, bilim, sanat, kültür, edebiyat, diplomasi ve politik vasıtaları kullanarak ulaşmayı hedefler.” Bu çizgide yolumuza devam ediyoruz.

Başta Kuzey Kafkas halkları olmak üzere tüm Kafkas halklarının birliğinin sağlanabilmesi için öncelikle zihinlerde ve gönüllerde çatışıp ayrışmamak fikrine katılıyor musunuz? Özellikle Çeçenistan konusunda sesini çıkaramayan, Adıge tarihi coğrafyası başta olmak üzere Kuzey Kafkasya ve Dağıstan coğrafyasındaki sorunları görmezden gelen, Megrel sorununu yok sayan, anadilde öğretim veya eğitim konusunda herhangi bir talepte bulunmayan oluşumlarla böyle bir birliktelik sağlanabilir mi? Sizce bu konuda olması gereken nedir?

Elbette, hangi platformda birlik kurulmaya çalışılırsa çalışılsın öncelikle temel ilkelerde mutabık kalınması lazım. Zaten mutabakat yoksa anlaşmazlık ve çatışma var demektir ki, orada bir birlikten söz edemeyiz. Sorunuzdaki anahtar kelime “birlik”. Bu kavrama iki ayrı perspektiften bakmakta fayda var. Birincisi Kafkasya’nın birliği, ikincisi diasporanın birliği. Önce Kafkasya perspektifinden bakalım.

Ben Kafkas halklarının muhakkak, ama muhakkak birlik olması, birlikte hareket etmesi gerektiğine inanıyorum. Bölgenin jeostratejik yapısı, bölge halklarının demografik yapısı, emperyal güçlerin hevesleri ve diğer tehditler bölge halklarını dayanışma içinde bulunmaya zorluyor. Gırtlağına kadar mikro milliyetçilik girdabına batmış Kafkas halklarına mensup çoğu kişinin bu dediğimi anlamayacağını bildiğim halde bunu söylemeyi vazife biliyorum. Kafkasya’yı bırakıp şöyle bir etrafımıza bakalım, bütün dünyada harıl harıl bölgesel birlikler kurulduğunu göreceğiz... Peki sormayacak mıyız bunlar ne için kuruluyor diye? AB'den başlayarak dünyadaki bölgesel birlikleri şöyle bir saymaya kalksak inanın nefesimiz yetmez. Öyleyse biraz durup düşünmemiz lazım. Birlik fikri tüm dünyaya kendini dayatırken Kafkasya halklarının her biri kalkıp kendi başına buyruk bir rota çizemez. Çizse de o zaten rotada gidemez ki. Hiçbirinin hayal kurmasına gerek yok, halkların kanını emen ülkelerin bu coğrafyadaki hevesleri devam ettiği müddetçe, yem olmamak için birlik oluşturmak zorundalar. İttifaklar ortak kaygıları olan gruplar arasında kurulur. Bölge halklarının da bu minvalde ortak paydaları geniş:

Birincisi nesillerini yok oluş sürecinden çıkarıp geleceğe taşımak istiyorlar, ikincisi de dillerini ve kültürlerini de aynı şekilde yaşatmak, geliştirmek istiyorlar. İttifakın ekonomik vs. diğer getirilerini saymıyorum. Öyleyse çok hayati ortak kaygılara sahip olan bu halkların cılız kuvvetlerini birleştirip, bir güç oluşturup kendilerini korumaları ve geliştirmeleri gerekir. Peki bu birlik ve dayanışma nasıl gelişir? Bunun için bölge halklarının “henüz ortada olmayan” aydınlarının ortaya çıkmaları gerekiyor. Bölge için, halkı için dünyadaki gelişmeleri yakından takip eden, üst düzeyde okumalar yapan ve fikir üreten bir entelajansiyanın olması lazım. Bunlar bizim literatürümüzle düşünmeli, ciddi bir fikri tartışma süreci başlatmalı ve eski deyimle imal-i fikr etmeli, bize özel çözümler üretmelidir. Bu sürecin yaşanması, düşüncelerin rasyonalize edilmesi ve birbirine benzeştirilmesi için şarttır. Zihinsel karışıklıkların sona ermesi, çelişkilerin ortadan kalkması, bölge insanının yöndeş kılınması ancak böyle bir sürecin sonunda mümkün olabilir diye düşünüyorum. Birliğin, dayanışmanın tabanın tamamının değilse de önemli bir kısmının ortak ideali haline getirilmesi lazım. Bu boşluk dolmadan bölgenin ve halkların geleceğiyle ilgili pozitif gelişmeler olacağını sanmıyorum. Kukla yönetimlerle birbirlerini yer dururlar, parsayı toplayan da kuklacı olur.

Sorunuzu diaspora versiyonunu dikkate alarak cevaplandırırsak... Bazı konularda kendimizi yanıltıyoruz, sonra hükümlerimiz de yanlış oluyor. Önce şunu tespit edelim, Türkiye'de Kafkasya kökenli nüfusun oranı yüksek ama “Kafkas diasporası” diyebileceğimiz kesim bu oranın çok çok altındadır. Bir insan grubunun diaspora olarak nitelendirebilmesi için, o gruptaki insanların zihninde hasret duyduğu bir anavatan fikrinin olması lazım. Buraya yönelik faaliyetleri, en azından ciddi bir ilgisi olması lazım. Böyle baktığımızda Kafkasyalıların bu anlamda geniş bir diasporası olduğunu söyleyemeyiz. Sadece bir potansiyelden bahsedebiliriz. Kafkasyalıların seslerinin cılız çıkmasının sebebi de budur zaten. Yani bu konularla ilgili insanların sayısı sanıldığının çok çok altındadır. Bütün hareketlilik yurt sathına yayılmış 1000 kişinin arasında yaşanıyor. Her dernekte, bir yönetim kurulu ve bir de onlara yedek olabilecek kadar ilgili insan var. Sanmayın ki bunlar sağlam bir paradigmaya sahip ve olayları sağlıklı şekilde analiz edebiliyorlar; yüzde doksanının ilgisi folklorik düzeyi geçmiyor. Demek istediğim şu, sorunları takip ediyor ve algılıyor olmalılar ki bir fikir ortaya sürsünler ve bir talepte bulunsunlar. Bu yok. Yani sizin yazdığınız senaryoyu oynayabilecek aktörler değil bunlar, çoğu maalesef müsamere çocuğu. Bu sahnede rol kapanlarla sizin bahsettiğiniz birliği sağlamamız mümkün değil.

Bizim öncelikle bilinçli, ne istediğini bilen kadrolar yetiştirmemiz lazım. Kendi içimizden çıkmış üstün vasıflara sahip pek çok insan var. Ancak bu mücadelenin neresindeler? Hiçbir yerinde... Falanca holdingte, falanca bankada, yüksek bürokraside fırtınalar koparıyorlar ama kendi halkları için bir şey yapmıyor, hiçbir fedakârlıkta bulunmuyorlar. Yani bizim tavuklarımız bizim kümese yumurtlamıyor. O zaman ne oluyor, asıl aktörler başka sahnelerde rol alınca, bizim sahnelerimiz dediğimiz gibi müsamere çocuklarına kalıyor. Açık söyleyeyim, bu mevcut yapıdan ciddi bir şey çıkmaz. Ben bilinçli bir birlik oluşturulması için öncelikle “kitaplı” bir toplum olmamız gerektiğine inanıyorum. Hepimizin çok okuması lazım. Bu arada belirttiğim gibi kendi meselelerimize yoğunlaşmış tefekkür adamlarının çıkması lazım. Sonra bunların altında yer alacak edebiyatçı, sanatçı, gazeteci ve kültür adamlarından oluşan geniş bir aydın kadrosunun, bu merkezde üretilen fikirleri değişik kombinasyonlarla yoğun şekilde halka taşıyabilmesi, halka mal edebilmesi lazım. Toplumu harekete geçirecek olan mekanizma budur. Bu kadroları oluşturamazsak herkes kafasındaki hayale göre sabahtan akşama değiştirdiği köksüz fikirlerle koşuşturup duracak, parçalanmalar daha da artacak, hiçbir iş de ortaya koyulamayacaktır. Sevinen sadece düşmanlarımız olacaktır.

Adıgeler başta olmak üzere Kuzey Kafkas kökenliler Türkiye’de çok kalabalık bir nüfus teşkil etmekteler, bilinçli bir şekilde yerleştirilme sonucunda birbirlerine uzak yerleşim birimlerinde 55 vilayette yaşamaktalar fakat bu vilayetlerin hiçbirinde nüfusun çoğunluğunu oluşturmamaktalar. Genel kabul görmüş bir görüş vardır; asıl olan anavatanda sayısal çoğunluk olmak, siyasi irade ve ulus bilinci. Anavatana geri dönüş Kuzey Kafkas halklarının geleceği açısından ne derece önemlidir?

Anavatana dönüş çok önemli bir mesele. Kuzey Kafkasya halklarının, özellikle kuzeybatı Kafkasya halklarının birincil problemi nüfuslarının düşüklüğü ve ana kitlenin anayurt sınırları dışında yaşıyor olmasıdır. Bu halkların mevcut halleriyle geleceğe güvenle bakacak bir durumları yoktur. Kendi ülkelerinde azınlık durumuna düşürülmüşlerdir. Dominant olan Rus dil ve kültürüdür. Yerel dil ve kültürler ise erime süreci yaşamaktadır. Geleceğimiz için en ideal çözüm anavatanda sayısal çoğunluğu ele geçirmek ve bütün alanlarda kendi siyasi irademizi hakim kılmaktır elbette. Bunun tartışılacak bir tarafı yok. Kuzeybatı Kafkasya'nın nüfus problemine çözüm aranırken de haklı olarak hemen diasporadaki nüfus hatırlanıyor. Teorik olarak doğru bir yaklaşım; gerçekten buradaki nüfusun tamamı geri dönse problem ciddi şekilde çözülür. İdeal olan bu.

Ancak bir de yüzyüze bulunduğumuz realiteler var. Bugün dönüşler bireysel ve bireysel dönüşler de bizim sorunumuzu çözmüyor. Kitlesel dönüş olması lazım. Kitlesel dönüş ise derneklerin sağlayabileceği basit bir mesele değil. Devletlerarası bir dönüşten bahsediyoruz. Bu da ancak devletlerarası anlaşmalar ve yine devletlerce tahsis edilecek imkânlarla olabilir. Bunun için önce devletlerin buna yanaşması, istemesi ve kaynak tahsis etmesi lazım. Sonra çok iyi projelendirilip, dönüşü organize edecek kadrolar yetiştirilip, programlı bir çalışma yürütülmesi lazım. Sonra dönecek ailelerin tespit edilip, üzerlerinde tek tek çalışılması lazım. Bu çok önemli. Bu insanlar 150 yıldır buralarda kök saldılar, bunu unutmamak lazım. Hepsinin analarının babalarının mezarları burada. Yaşadıkları ülkelerden kopabilmeleri için buradaki sorunlarının tek tek çözülmesi lazım. Ailelerin parçalanmadan transfer edilmesi lazım. Oraya adaptasyon süreçlerinin planlanması ve takip edilmesi lazım. Tersine göçe meydan vermemek için dönenlerin problemlerinin hızla çözüleceği mekanizmalar oluşturulması lazım. Bütün bunlar ciddi kadrolar, ciddi maddi kaynaklar ister. Biz ise böyle bir kitlesel dönüşün şimdilik çok uzağındayız maalesef. Bu şartlar sağlanana kadar bulunduğumuz yerlerde kendimizi korumaya ve anavatanla irtibatımızı artırmaya çalışmak durumundayız. Tabii bireysel dönüşleri her zaman teşvik etmeliyiz.

Kartvelist asimilasyon politikaları ve Megrel sorunu hakkındaki düşünceleriniz nelerdir? Çözümü konusundaki fikirleriniz nelerdir?

Kartveller emperyal duygularına gem vuramayan bir toplum. Evet sadece yönetimi değil, Kartvel toplumunu da kast ediyorum. Kendi coğrafyasında yayılma, genişleme arzusunun Kartvel halkında kuvvetli bir tabanı var. Abhazya işgal edilirken Kartvel halkı ses çıkartmadı. Güney Osetya işgal edilirken ses çıkartmadı. Tarihin bir döneminde hasbelkader ayaklarının değdiği bütün coğrafyaları kendi vatanları sayıyorlar. Soçi'den Erzurum ve Trabzon’a kadar uzanan büyük Gürcistan haritalarını Gürcistan'ın pek çok evinin duvarında görebilirsiniz. Nitekim ben böyle bir haritayı bir Gürcü evinin duvarından söküp getirdim. Yöneticileri de kendilerine benziyor. 20 senede bir tane akıllı yönetici getiremediler başlarına. Hepsi emperyalist, hepsi saldırgan, hepsi faşist. Akla ziyan bir şekilde bu coğrafya üzerindeki bütün halkların aslının Kartvel olduğuna dair tezler uyduruyor, sonra kendileri de inanıyorlar. Abhazlar, Osetler, Megreller, Svanlar... hepsinin aslı Kartvel onlara bakarsanız. Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk dönemindeki Türkçülerden bir farkları yok bu yönleriyle.

Megreller de bu çerçevede gadre uğrayan halklardan. Megrellerin çoğu kendini Gürcü olarak görüyor ve bu ise yıllar süren propagandaların, beyin yıkamaların, baskıların sonucundan başka bir şey değil. Megrellerde ulus bilincinin oluşması planlı programlı çalışmalarla engellenmiştir. Yalnız bunda Megrel kökenli aydınların suçu da büyüktür. Açık şekilde kimliklerine sahip çıkıp halklarına önderlik yapmadılar. Çoğu Tiflis'in politikalarına angaje oldular. Nitekim Gamskhurdia da, babası da bunun önemli prototipleridir. Gamsakhurdia işbaşına gelir gelmez Gürcistan'ın federatif yapısını üniter yapıya çevirmeye kalktı ve ülkeyi etnik çatışmaların içine sürükledi. Bunu Kartvelist yaklaşımlarla yaptı maalesef.

Böyle mankurtları ancak insanların kökleriyle bağlarını keserseniz elde edebilirsiniz. Nitekim Türkiye'de Türk ırkçılığı yapan Çerkesler ve Lazlar da böyle süreçlerin sonunda ortaya çıkmıştır. Tarihleri, kimlikleri unutturularak bu hale getirilmişlerdir. Ancak artık iletişim çağındayız. Hiç bir şey gizli kalamadığı gibi, hiç kimse ilânihaye kandırılamaz. Daha çok bilgi uyanışı artıracaktır. Megrelleri ayağa kaldıracak olan iletişim teknolojileridir. Gürcistan zenginleştikçe, teknoloji yaygınlaştıkça Megrellerdeki kimlik bilinci de paralel olarak gelişecek, kendi toplumuna hizmet eden önderlerini de ortaya çıkaracaklardır. Ben buna inanıyorum.

Kartvelistler, Kartvelizm sorgulanarak eleştirildiğinde Kartvel halkıyla Kartvelizmi eşdeğer tutup konuyu etnik Kartvel düşmanlığıyla bütünleştirme manipülasyonunu kullanmaktalar. Amaca ulaşmak için her yol mubah Kartvelistlerce. Bu konu hakkındaki görüşleriniz nelerdir?

Şimdi, dünyadaki genel temayül hümanist bir yaklaşımla, yakışıksız fikir ve uygulamaların topyekün bir halka mal edilmemesi, halk ve politikacıların ayrı tutulmasıdır. Ancak ben böyle yapmayacağım. Dünyada bunun istisna olduğu birkaç ülke var; bunlar İsrail, Sırbistan ve Gürcistan'dır. Bu devletlerin halkları yönetimlerinin suçlarına ortak olmuş ve olmaktadır. Söylediğinizin aksine ben Kartvellerin çoğunun maalesef Kartvelist olduğunu düşünüyorum. Yaptığım okumalar, görüşmelerden edindiğim intibalar böyledir. Hatta Gürcistan'da makbul olan, hem Ortodoks, hem Kartvel olmaktır. Kendileriyle aynı dili konuşan Müslüman Çveneburileri bile kendilerinden kabul etmeyecek kadar fanatikler maalesef. Hem Kartvel, hem Ortodoks olursan makbulsun, birisi eksikse arızalısın. Böyle bir şey olmaz. Ve bu düşüncenin halktaki tabanı tahmin edebileceğinizden de çok geniş. Bunu Gürcistan'a gidip gelen Çveneburiler açıkça ifade ediyor zaten. Yani Kartvellerin içinde Kartvelist olmayan yok gibi maalesef. İsrailliler insani yardım gemisinde katliam yaptı, İsrailde bu uygulamayı protesto eden binlerce İsrailli çıktı. Güney Osetya işgal edilince, silahsız, ordusuz Abhazya halkına saldırılınca kaç Kartvel sokağa çıkıp da yöneticilerini kınadı? Hiçbiri. Çünkü Gürcistan’da böyle bir kesim yok. Kartvel halkı zihniyet itibarıyla Yahudiden beter maalesef.

Son yıllarda Megreller vasıtasıyla Türkiye Lazlarına yönelik Kartvelist politikalar hakkındaki görüşleriniz nelerdir? Amaç ne olabilir sizce?

Şunu net olarak biliyorum: Gürcistan, Türkiye’deki Laz milli uyanışından ve bu uyanışın Gürcistan’daki Lazlara ve Megrellere yansıma ihtimalinden ciddi şekilde endişe ediyor. Devlette bunu takip edip önlemek için çalışan bir daire de oluşturulmuş durumda. Bu uyanışın önüne geçemeyeceklerini bildiklerinden, öncülük yapanları devşirmeye, tesirlerini törpülemeye çalışıyorlar. Laz kültürüne emek verenlerin, Laz-Megrel kardeşliğini seslendirenlerin Gürcistan'a götürülüp yedirilip, içirilip, gezdirilip “ayar edilmeye” çalışılmasının nedeni budur. Ancak birkaç fire verilse de, gerçek Laz aydınlarının tercihinin kendi halklarından yana olacağından şüphe etmiyorum.

Abhazya bağımsızlığı Megrel-Laz dilinin zenginleştirilerek gelecek kuşaklara aktarılmasında öncü olabilir mi? Abhazya Megrelleri, Megrelyalılar ve Türkiye Lazları arasında ortak Kolkh ulus bilincini arttırabilir mi?

Şimdi Abhazya'nın bağımsızlığına fazla manalar yüklememek gerek. Evet, Abhazya'nın bir kısım ülkeler tarafından tanınmasının çok ciddi bir hukuki değeri vardır. Bu, gelecekte Abhazyanın elinde önemli bir argüman olacaktır. Bu yönüyle baktığımızda çok kıymetli, ciddi bir kazanımdır. Ancak bağımsızlığın Abhazya'da fiili bir karşılığının olduğunu söyleyemeyiz. Abhazya nihayetinde Rusların kontrolünde bir ülkedir bugün maalesef. Yine gerçekçi olursak, Abhazya'nın Megrel-Laz dilinin zenginleştirilerek gelecek kuşaklara aktarılmasına öncülük edebilecek bir gücü de, hali de yoktur. Bırakın Megrel dil ve kültürünü, Abhazya'da Abhaz dili ve kültürü bile böyle bir yola girebilmiş değildir. Eğitim ve iletişim dili olarak Rusça dominanttır. Okullarda Rusça anadil gibi, Abhazca yabancı dil gibi okutuluyor. Abhazca resmi dil olmasına rağmen devlet bürokrasisine hâkim olamamıştır. Sadece resmi tabelalarda kendine yer bulabilmektedir. Bu durumda Abhaz dili ve kültürü için de, Megrel dili ve kültürü için de fazla iyimser olamıyoruz maalesef. Bu tablonun bir gün değişeceğini ümid ediyor, sabırla bekliyoruz.

Kolh kültürü, Abazaların ve Laz-Megrellerin atalarını da kapsayan bir bölgede yeşermiş, yüzyıllarca hayat sürmüş bir kültürdür. Abazalar, Megreller ve Lazlar hala iletişim halinde olan, komşuluk ilişkileri süren halklardır. Megreller ve Lazlar arasında “Kolh ulusu” bilinci oluşturulabilir mi? Bu kendiliğinden oluşacak bir şey değil tabii ki. “Kolh ulusu” kavramının içinin doldurulacağına ve tabana nasıl indirileceğine bağlı. Bu görev de birinci olarak bu halkların aydınlarına düşüyor. Ciddi şekilde emek verirlerse neden olmasın?

Savaş yıkım, felaket, ölüm demek. İlk başta savaşa karşı olmak lazım ve maalesef savaşın sonucunda masum insanlar da ölüyor ve bütün muhataplarını mağdur ediyor. 1992’deki Gürcistan’ın Abhazya işgalinde çok sayıda Abhaz ve Megrel öldü. Megreller ve Abhazlar arasında ortak tarih birliği olmasına rağmen, Megreller Sovyetler Birliği zamanındaki Gürcistan’ın emperyalist Abhazya politikalarının mağduru mu oldular? Ulus hareketlerinin ve kitlesel bir ulus bilinçlerinin olmaması bu süreçte ne derece etkili olmuştur?

Abhazya halkının önemli bir kısmının vatanından kovulmasından sonra Abhazya'nın Gürcüleştirilmesine başlanmıştır. Çarlık döneminde başlayan iskân çalışmaları, Stalin döneminde zirve yapmıştır. Abhaz nüfusun oranı bilinçli bir şekilde düşürülmüştür. Gürcülerle birlikte Megrelya'dan önemli bir nüfus Abhazya topraklarına göçürülmüştür. Yukarıda da söylediğimiz gibi Megreller Kartvelist propagandaların tesiri altına alınmış, uluslaşmalarına imkân verilmemiş bir halktır. Sovyetler Birliği yönetiminde her zaman etkin olan Gürcü yöneticiler sebebiyle Megreller ayrı bir halk muamelesi görmemiştir. Daha küçük nüfuslu halklara ulus muamelesi yapılırken, Megreller Kartvellerin parçası sayılmak gibi bir gadre uğramışlardır. Megrel halkının hala bir uluslaşma sürecine girememesinin sebebi Sovyetler zamanında yapılan bu kodlamaların hâlâ hükmünü icra ediyor olmasıdır. Abhazya savaşında da yaşananlarda bunun menfi yansımalarıdır zaten.

Kartvelistler geçmişlerinin hatırlatılmasını sevmezler, hatırlatmaya çalışanları da Kartvelizmi sorgulayarak eleştirenlerde olduğu gibi etnik Kartvel düşmanlığıyla eşdeğer tutup konudan bihaber insanları kandırmak isterler. Kartvelistlerin Çerkes soykırımı konusundaki çıkışını nasıl buluyorsunuz? Sizce samimiler mi (!)?

Bir kere baştan belirtelim ki, Tiflis'teki Çerkes soykırımını tanıma tiyatrosu bir Amerikan projesidir ve bu oyunda Gürcistan da piyondur. ABD bu tür girişimlerle ortamı ısıtmaya, Kafkaslardaki fay hattını Çerkesler üzerinden tetiklemeye çalışıyor. Gürcistan, Amerikalı akıldanelerinin dediğini yapıyor sadece. Kesinlikle samimi değil. Oportünistçe davranıyor. Gürcülerin asıl beklentisi bu yemi kullanarak Adıgeleri kazanıp, Abhazya'ya verilen Kafkas diasporası desteğini zayıflatmaktır. Yakobaşvili Mart ayında yaptığı bir açıklamada bunu açık açık söyledi zaten. “Her zaman karşımızda bulduğumuz Kafkas diasporası üzerinde çalışmamamız lazım” demişti. Soykırımı vesile ederek Adıgeleri kancalamaya çalıştılar. Ancak gördüğünüz gibi beceremediler. Nitekim Mart ayında düzenledikleri konferansta, 21 Mayıs'ın 146. yıldönümünde Çerkes soykırımını tanıyacaklarını söylüyorlardı, 21 Mayıs geldi geçti ve hiçbir şey yapamadılar. Bırakın kabul etmeyi konuyu parlamentolarına bile getiremediler. Bu da gayrı samimi olduklarının delilidir.

Şovenizm batağındaki Gürcistan Amerikan desteğiyle Kafkasların İsrail'i olmuş durumda ve İsrail'le çok sıkı ilişkileri var. Gürcistan'ın Ağustos 2008 Güney Osetya işgalini ve akabinde Rus-Gürcü savaşını, etkilerini ve sonucunu değerlendir misiniz? Sizce Megrel ulus bilincine vakıf Megrelyalılar kendi payına nasıl bir ders çıkarmışlardır bu savaştan?

2008 Rus-Gürcü savaşında Amerika ve Rusya galip çıkmış; Gürcistan, Abhazya ve Güney Osetya kaybetmiştir. Ruslar Abhazya ve Güney Osetya'yı kontrolü altına almış, bölgeye ayak atmaya çalışan Amerika ise kendisini zamansız köşeye sıkıştırabilecek iki problemden yolun başında iken kurtulmuştur. Amerika, Ruslardan dersini almış ve çok korkmuş Gürcistan’ı kendisine daha çok bağlamıştır. Şimdi Gürcistan'ın tüm kapıları sonuna kadar ABD'ye açılmıştır. Bölgede asıl provakasyonlar bundan sonra başlayacaktır. Bütün bölge insanlarının aklını başına toplaması ve ferasetli olması lazım. Megrelyalıların bu çatışmalardan çıkartmaları gereken ders bence, “artık kendileri olmaları gerektiğini anlamalarıdır”. Tiflis politikalarına angaje olmanın getirdiği felâketleri görüp özgün bir duruş geliştirmeleri gerekiyor.

www.kolkhoba.org hakkındaki düşünceleriniz nelerdir? Anadilde yayın ve Kafkas halklarının kardeşliğine dayalı yayın politikası hakkındaki görüşleriniz nelerdir?

Kolkhoba.org'u çok yakından takip ediyorum. Bence bir doktora tezine konu olabilecek kadar önemli bir çalışma yapıyor. Kolkhoba emekçileri, sıfır noktasındaki bir dili, bir kültürü adeta yeniden inşa ediyorlar. Branşlara göre literatürler oluşturuyor, derlemeler yapıyorlar. Farklı ülke, alfabe ve dillerde çıkan Lazca ve Laz kültürüyle ilgili çalışmaları bir araya topluyor, kendi insanlarına sunuyorlar. Tarihlerinin dağınık parçalarını bir araya toplamaya çalışıyorlar. Bunlar büyük işler. Materyalin bu kadar kıt olduğu bir alanda, kendilerine ciddi bir altyapı oluşturdular. Bu kadar iş ortaya çıkarmak ancak büyük bir irade ve özveriyle olur. Şimdi bunu fonksiyonel kılıp halklarına yaymaları, geniş kesimlerin sahip çıkmasını sağlamaları lazım. Ben tüm Kolkhoba emekçilerini bu çalışmalarından dolayı kutluyorum. Ayrıca, Kafkas halkları arasında kardeşlik ve dayanışmaya önem vermesini takdirle karşıladığımı da belirtmeliyim.

Son olarak neler söylemek istersiniz?

Sizlere çalışmalarınızda başarılar diliyor, Lazcanın da en kısa zamanda aydınlık günlerine kavuşmasını diliyorum. Bana bu fırsatı verdiğiniz için de ayrıca teşekkür ederim.