ANASAYFA

"ÇİRKİN KRAL" YAŞIYOR

Sanatçı, yazar ve düşün adamı Yılmaz Güney (Pütün), Adana'nın Yenice köyünde 1 Nisan 1937'de doğdu. Ailenin yedi çocuğundan biridir. İlkokul ve ardından da liseyi Adana'da okudu. Emekçi bir ailenin çocuğu olarak, okul hayatı sırasında maddî zorluklar sebebiyle pamuk tarlalarında çalıştı. Gazoz ve simit sattı. Bunun gibi birçok işte çalıştı. Ardından da bir sinemadan diğerine on altı milimetrelik film bobinlerini bisikletiyle taşıdı. Yılmaz Güney’in ilk hikâyeleri, 1950’lerin başlarında “Pazar Postası”nda yayınlandı. O zaman lisede öğrenciydi. “Kemal Film” ve “And Film” şirketlerinin bürolarında çalıştı. 1955’te Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nde okurken yönetmen Atıf Yılmaz ile tanıştı. Bu, Yılmaz Güney’in hayatında önemli bir dönüm noktası oldu. Okulunu bıraktı. İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesinde okumaya ve “Dar Film”in İstanbul bürosunda çalışmaya başladı. Atıf Yılmaz’ın asistanlığını da yaptı. Atıf Yılmaz’ın dostça desteğiyle sinema alanında çalışmaya başladı.

“Yeni Ufuklar” ve “On Üç” adlı dergilerde öyküleri yayınlandı. Atıf Yılmaz’ın 1959’da çektiği “Bu Vatanın Çocukları” ve “Alageyik” adlı filmlerin senaryolarını yazdı ve oynadı. Canlandırdığı roller ile sanat gücünü gösterdi. “Karacaoğlan’ın Karasevdası” adlı filmle yönetmen yardımcı oldu. 1961’de, 1956’da “Üç Bilinmeyenli Eşitsizlik Sistemleri” adıyla yayınlanan hikâyesi sebebiyle 18 ay hapis ve 8 ay Konya’ya sürgün cezası verildi. İlk kez hapse girdi. Orada bir hayat muhasebesi yaptı. Kendisini yeniledi ve geliştirdi. Kendisine bir yol çizdi. Hapishaneden çıktıktan sonra, zor günler yaşadı. “İkisi de cesurdu” adlı filmin senaryosunu yazdı ve başrolünü oynadı. 1963’te Ferit Ceylan’ın çektiği bu film ile birlikte “Yılmaz Güney’in Kabadayı mitosu” ortaya çıktı. Yine senaryosunu yazdığı ve oynadığı “Koçero” Anadolu’da büyük ilgi gördü (1964). Hiç konuşmayan fakat cebinde taşıdığı konyak şişesinden sürekli içen bir ayyaşı canlandırdığı “On Korkusuz Adam” adlı film de aynı yıl çekildi. Bu rol, bir mitos haline gelmesinde önemli bir yere sahiptir.

1965 ve 1966, Güney’in en verimli yılları oldu. “Çirkin Kral” adıyla anıldı. 1968’de çekilen “Seyit Han/Toprağın Gelini” adlı filmiyle, daha sonra kendi adıyla anılacak olan bir tür ortaya çıktı. Bundan sonraki dönemlerde, “Spagetti Western” türü filmlerin senaryolarını yazdı ve yönetti. “Aç Kurtlar” (1969), “Umut” (1970), “Umutsuzlar” (1971), “Acı” (1971) ve “Ağıt” (1971) adlı filmlerinde ezilen insanı anlattı. “Umut”, Adana Altın Koza Film Şenliği'nde en iyi film seçildi. Fakat “Sansür Kurulu” filmi yasakladı. “Umut”, “Danıştay” kararıyla gösterildi. 1971‘de “Ağıt”, “Acı” ve “Umutsuzlar” adlı filmleri Adana Altın Koza Film şenliğinde dereceye girdi. 1971’de yayınlanan “Boynu Bükük Öldüler” adlı romanına, 1972’de Orhan Kemal Roman Ödülü verildi.

1972‘de, “anarşistlere yardım ettiği” iddiasıyla 2 yıl hapse ve sürgüne mahkûm edildi. “Güney Dergisi”ni yayınlamaya başladı. Hapiste, sinema ve sanat ile ilgili makale şiir ve öyküler yazdı. 1971’den 1973’e kadar yazdığı ve “Selimiye Üçlüsü” adıyla da bilinen “Salpa”, “Sanık” ve “Hücrem” adlı eserleri 1975’te yayınlandı. “Selimiye Üçlüsü”, hem bir devrimcinin özeleştirisi hem de deneyimlerinden bahseder. İki yıldan fazla cezaevinde kaldıktan sonra, 1974'te özgürlüğüne kavuştu. Aynı yıl “Arkadaş” adlı filmini çekti. Yine aynı yıl “Endişe” adlı filmi çekmeye başladı. Yumurtalık yargıcını öldürdüğü iddiasıyla 19 yıl hapis cezasına verildi. Senaryosunu yazdığı ve Zeki Ökten tarafından çekilen “Sürü” adlı filmin ve Şerif Gören tarafından çekilen “Yol” adlı filmin senaryolarını hapishanede yazdı.

12 Eylül cuntası döneminde “Güney Dergisi”ne yazdıklarından dolayı, yüz yıla yakın ceza istemiyle yargılandı. 1981'de Isparta cezaevinden kaçtı. “Yol” adlı filminin kurgusunu tekrar yaptı. Cannes Film Şenliğine katıldı. “Yol” filmi, “Kayıp” adlı filmle büyük ödül Altın Palmiyeyi paylaştı (1982). “Duvar” adlı filmini Fransa’da çekti. 1980 darbesinden sonra bir hapishane yaşananları anlatan “Duvar” adlı filmin senaryosunu yazdı ve yönetti (1993). Yakalandığı akciğer kanserinden kurtulamadı. Son yıllarını geçirdiği Paris’te 9 Eylül 1984 tarihinde düşlerindeki sayısız projesiyle birlikte vefat etti. Cenazesi, “Ünlüler Mezarlığı” olarak da bilinen Paris’teki “Pere Lachaise Mezarlığı”nda toprağa verildi.



                                                                                                                                                              LAZURİ